yolculuk

Çatlakları belirgin, üzerine düşlerin kurulduğu o mat sarı duvarlar… Söylenecek o kadar çok sözleri varken sadece susarak hiçliğe anlam katıyorlar. Biraz kaygılı, biraz hüzünlü en çok da hayal kırıklığı hissettiriyorlar.
İnsanın çıkmaz sokaklara sonunu düşünmeden koşması ne kadar garip bir eylem! Aklında bir yerlerde hep temkinli ve ağır adımlarla ilerlemesine dair sözlerin döndüğü, bedenine verilen komutun ise “koş ve hayatını parçala” diye haykırdığı düşünsel dünyasına artık sığamadığını fark etmek. Artık kendine sığamamak, kendine yabancılaşmak fakat bu yabancılığın özünde aslına kendini bulmak. Kötü şeylerin hep kendi başına geldiğini düşünmek…Hep sorgular ve kabullenmek istemez. Yaşadığı her anda, yaptığı her hatada pişmanlık duyar ve asla kendine dönmez. O duvarların ardında aslında nasıl bir canavarın yaşadığını bilmek istemez. Deneyimlediği tüm acılardan sonra kendisiyle tanışır ve asla geriye dönemez. İşte bu döngü içerisinde aslında nerede durduğu ve attığı her adımı geri almak düşüncesini hisseder. Koca koca lafların arkasına sığınan, zincirden duvarlar ören ve yıkılmaz görünen o bedenin özünde nasıl bir çaresizlik içerisinde olduğunu hissetmek hayatta belki de alınması gereken en önemli derstir. Kaçamadığın her an hayatından bir gün daha götürür ve kendini ne kadar geç bulursan o kadar geç yaşamaya başlarsın. Zihnindeki o kapıları, özündeki o duvarları yıkabilmenin tek yolu tarifi imkansız bir buhran yaşamaktır. O duvarların konuşabilmesi, kapıların açılabilmesi için cevap bekleyen bir soru vardır:


Kendini tanımaya cesaretin var mı?

Yorumlar

Yorum Gönder